Piyanist ve besteci İklim Tamkan’ın solo piyano performanslarından oluşan beş parçalık “Soft Reflections” albümü geçtiğimiz Cuma günü dinleyici ile buluştu. Albümün habercisi “Soft Reflections: Op. I, Laurentide Waltz” ile açılışı yapan albüm, besteci ve piyanist Oscar Peterson’a bir saygı duruşu niteliği taşıyor ve İklim Tamkan bu duruşu dört dörtlük icra ediyor! İklim Tamkan ile söyleşi çok keyifliydi. Kendisi; duruşu, müziği, eğitimi ve düşünce yapısıyla gerçek bir sanatçı ve bir o kadar da mütevazı bir sanatçı. Hem müziğiyle hem samimi söyleyişiyle çok insana dokunacağına eminiz. Buyrun, söyleşi artık sizin…
Kariyeriniz, eğitimleriniz, tanıştığınız insanlar ve çıktığınız sahnelere bakacak olursak, rüya gibi tınlıyor. Biraz başa dönersek, bu yolculuk nasıl başladı?
Bu yolculuk 11 yaşında babamın eve bir anda piyano getirmesi ile başladı. Babam zamanında konservatuvar eğitimi almak istemiş; ama dedemin buna izin vermemesi aslında babamı kızını piyanist yapmaya itmiş. “Ben profesyonel müzisyen olamadım, alaylı kaldım ama sen okullu ol” gibi bir düşünceyle beni müziğe yönlendirdi. Yani tamamen babamın yönlendirmesi ile oldu diyebiliriz. Bu yönlendirme ile birlikte bir anda evde bir piyano ile karşılaştım ve yolculuk böyle başladı.
2024 yılının son etkileyici eserlerinden biri de sizden geldi. ‘Soft Reflections: Op. I, Laurendite Waltz’. Hikayesini ve kayıt sürecini sizden dinlemek isteriz. Bu şarkı yeni albümün de habercisiydi.
Evet, bu parçayı özellikle yeni yıldan önce yayınlamaya çalıştım. Çünkü bu müziğin tam da bu mevsime yakışacağını düşündüm. O yüzden yeni yıldan önce albümün de çıkış parçası olan ‘Laurendite Waltz’i single olarak yayınladık.
Bu kayıtlar aslında o dönem ev arkadaşım olan besteci Ajlan Akyüz’ün bilgisayarını ve klavyesini açıp kendi kendime vakit geçirdiğim kayıtlardır.
Oscar Peterson benim, İlhan Baran ile yaptığım solfej derslerimde adını sık duyduğum, müziklerini dinlediğim ve hayran olduğum bir piyanisttir.
Bir yeni yıl akşamını evde yalnız geçirirken bir anda bilgisayarı ve klavyeyi açıp kendi kendime çalmaya başladım ve pek de o programları kullanmayı bilmem, kayıt tuşuna bastım. Bu beş parçayı bu şekilde kaydetmiş bulundum. Aslında kayıtları uzun zaman da yayınlamadım. Sadece ben ve yakın dostlarım bilip, dinledi. Birazcık onların teşvikiyle, biraz da “Neden bana kalsın ki?” düşüncesiyle bu kayıtları yayınlamaya karar verdim. Bu kayıtlar sanıyorum, kaydını bizzat almış olduğum tek albüm olacak. Çünkü öyle bir yeteneğim ve becerim yok. Açıkçası benim işim de değil; ama evde yalnızdım ve o sırada içimden öyle geldi ve beş tane kayıt çıktı. Şimdi diyorum ki “İyi ki yapmışım!”
Geldiğiniz noktanın ciddi bir disiplin ve çok ciddi mesai gerektirdiği aşikar. Kariyer yolculuğunuzda, hangi aşama çok daha fazla disiplin gerektirendi?
Bizler 10-11 yaşlarından itibaren neredeyse “askeri şartlarda” eğitilen, çalıştırılan; tatillerde daha çok çalışabileceği için sevinen insanlarız. Bir çeşit sporcu gibi o idmanı hep yapmak zorundayız. Bunun bir ömür boyu yorucu olduğu gerçeği var ve hiçbir zaman değişmiyor. Bir bilim insanının ya da sporcuların kendisini sürekli yenilemesi, güncellemesi ve sürekli çalışması gerektiği gibi, belki bizi biraz atlet gibi de düşünebilirsiniz, bu tempoyu koruyabilmek için hem mental dinçliği hem de kasları, yani bunların hepsini bir bütün olarak diri tutabilmek için hayat boyu sancılarla çalışıyoruz aslında.
Hangi kısmında daha çok zorlandım bilmiyorum. Ben her kısmında zorlandım sanırım. Ancak 11 yaşında Hacettepe Üniversitesi Ankara Devlet Konservatuarı’nda, o zaman yatılı başlamıştım müzik eğitimime, o sene tabii biraz daha sudan çıkmış balık gibi olduğum bir yıldı. İlkokulu yeni bitirmiştim, ailemden uzakta okuyordum, bir devlet okulunda ve devlet yurdundaydım. Dolayısıyla, bunlar aslında o yaşta bir çocuk için son derece ağır şeyler. İnsanlar, yaşıtlarımız dışarıda kar ile oynarken ben günde 8 saat sadece piyano çalışıyordum. Onun dışında spesifik olarak zorlandığımız dönemler olabiliyor; ama insan kendisine belirli bir yatırım yaptıktan sonra aynı disiplini koruyarak formunu muhafaza edebiliyor. Yani hayatınızda kopukluklar, çok büyük travmalar olmadığı sürece aslında o disiplinli sürecin ekmeğini bir ömür yiyebiliyorsunuz.
Diskografinize baktığımızda, çeşitli kültürlerden çeşitli müzisyenlerle son derece orijinal işlere rastlıyoruz. Şarkı ya da proje seçiminde ilk olarak dikkat ettiğiniz detay nedir?
Öncelikle şarkı ve proje seçiminde içime sinmesine dikkat ediyorum. Kendi damak tadıma hitap etmesine özen gösteriyorum. Geliştirdiğim projeleri tamamen kendi gustoma göre şekillendiriyorum, belirliyorum. Yaptığım işleri, müziği “Acaba ben evde oturup dinler miyim?” diye soruyorum kendime ve eğer dinlemeyeceğim işler ise, o işlere girişmiyorum.
Farklı kültürlerden farklı tarzlardan yapmış olmamın sebebi de herhalde hayatın farklı renklerine ve seslerine ilgi duymamdan kaynaklanıyor. Klasik bir “muhafazakar konservatuvarlı” olmamaya çalışıyorum. Alaylı olmaya, okullu olmaktan daha çok inanıyorum. Okullarımı ve hocalarımı üzmek veya yaralamak için değil, bir felsefe olarak alaylı olmanın daha geliştirici bir şey olduğunu düşünüyorum. Dolayısıyla, zaman zaman öyle projeler oluyor ki, okulluluğu üzerimden atmaya çalışıyorum. Elbette okulluluğun da işe yaradığı klasik batı disiplininin getirilerinden, meyvelerinden faydalandığım işler de oluyor; ama hayatın tüm renklerine ve insanlara olan merakım, insan haklarına, birtakım sosyolojik öngörülere ve hikayelere olan ilgim ve onlardan aldığım ilhamla yapıyorum. Bu kadar fazla çeşit yapıyor olmamın sebebi de aslında farklı müzikler de dinliyor olmam ve dolayısıyla içime sinen ilginç ve değerli bulduğum her şeye dokunmaya çalışıyorum. Bunlar içerisinde çok da uzman olmadan yaptığım şeyler de var. Mesela Kürtçe bir çoban ezgisi olan ‘Lo Şivanovar’. Ben elbette hayatımın çok büyük bir kısmında Kürtçe ezgiler duymadım ve onların geleneklerine, onların usullerine çok da aşina değildim; ancak burada kendi karnımdan destek alıyorum. Kendi içim, kendi müzikal anlayışım, kendi estetik kaygılarım ve kulağım beni nereye götürüyorsa oraya giderek, o işe de dokunmak istiyorum. Elbette tüm bunlarla birlikte farklı ve çeşitli müzikler yapıyor olmamın içerisine politik duruşum, hayat felsefem gibi bir sürü şey de ekleyebiliriz. Özetle farklı işlerin köprülüğü ile farklı renkler ve kültürler arasında var olmayı kendi var oluşumla özdeşleştiriyorum.
Bazen bir müzisyen için mevcut kategorisinden çıkmak riskli olabilir. Bunu denediniz mi? Bu size risk gibi mi gelir, yoksa yolun bir başka adımı olarak mı görürsünüz?
Ben hayatımı Klasik Batı kökenli bir icracı olarak zaten yaşamıyorum. Besteler yapıyorum, emprovizasyonlar kaydediyorum, pek çok farklı türlerle ve insanlarla çalışıyorum. Elbette uzmanlığım tarihi tuşlu çalgılar, o dönemin müziklerinin eğitimini aldım. Ancak e-piyano, synthesizer da olduğu gibi,kilise orgu da çalıyorum. Halk şarkılarını düzenliyorum. Bu topraklarda yaşamış çoğumuzun bilmediği çok değerli bestecilerin eserlerini icra etmeye çalışıyorum. Bunları farklı enstrümanlar üzerinde deniyorum. Dolayısıyla, zaten tek bir yapı üzerinden ilerlemiyorum ve bunun da tüm risklerini alıyorum. Muhakkak birileri tarafından takdir ediliyorsam birileri tarafından da kritik ediliyorumdur.
Müzikal keşifler, hayatın her alanına duyulan merakla gelişir kanaatindeyiz ve bize göre sizde sürekli olarak bu merakı canlı tutan ve son derece cesur bir sanatçısınız. Sizce bu izlenimimiz ne kadar doğru?
Bence izleniminiz tamamen doğru. Çünkü ben de “Neden bu kadar farklı tarzlar?” ya da “Nasıl bu kadar farklı türler ve seslerle ilgileniyorsun?” dedikleri zaman hayatı ve insanları merak ettiğimi söylüyorum. Duyduğunuz çeşitlilik tamamen benim kendi karakterimle kendi yaşam felsefemle ilgili bir şey. Böyle olduğu için de mutluyum açıkçası. Çünkü başka türlü hayat çok sıkıcı olurdu diye düşünüyorum.
Müziğiniz ve tavrınızla ilham verdiğiniz çok sayıda insan olduğuna eminiz. Yaratıcı sesini bulmaya çalışan biri için vereceğiniz en iyi tavsiye ne olur?
Umarım dediğiniz gibi birilerine ilham olabiliyorumdur. Ama tavsiye derseniz, herkesin yolu tabii kendi yoludur ve herkesin yolda karşılaştığı kolaylıkları ve zorlukları da biriciktir.
Ben kendi hayatımda, kendi hikayemde açıkçası hep merak ederek, dünyayla, hayatla, insanlarla ve hikayelerle ilgilenerek bu yolu yürüdüğümü düşünüyorum.
Hiçbir ilginç eser ya da hiçbir güzel konser ya da herhangi bir başarı oturduğumuz yerden gelmiyor. Bir şeylere kafa yorarak ve bir şeyleri anlamaya çalışarak geliyor.
Genç meslektaşlarıma dünya müziklerini dinlemelerini tavsiye edebilirim. Farklı kültürleri araştırmalarını, görmelerini, tanımlarını yani dünya insanı olmaya çalışmalarını ve aslında mümkün olduğunca fazla müzik dinlemelerini tavsiye edebilirim. Beyni, zihni açık tutmaya çalışmak her anlamda her yerde faydalıdır. Çünkü beyniniz, zihniniz açılırsa müziğiniz de açılıyor. Bunu açmak için de yapılabilecek en mantıklı şey her zaman çeşitli yerler görmek ve farklı insanlarla çalışmaktır. Mesela ben öğrencilik yıllarımda sadece birtakım piyanistlerle değil çok iyi müzisyen olduğunu bildiğim başka enstrümancılarla da çalışırdım. Onlarla da çalar onların da fikirlerini alır kendimi kritik ettirir eleştirmelerini sağlardım. Bunun da çok anlamlı olduğunu düşünüyorum. Yani disiplin ve istikrar konusunda muhakkak muhafazakar olmak lazım ama başka renkler, başka sesler, başka eleştiriler belki bunlarla ilgili birazcık daha vidaları gevşek tutup, etrafta insanın kendini iyileştirebilmesini sağlayacak bir kritik payı bırakmak gerektiğini düşünüyorum. Bu söylediğim elbette herkesin müzikal yergilerini ve övgülerini direkt alın anlamı taşımıyor. Ama becerilerine güvendiğimiz müzisyen arkadaşlarımız ve yine becerilerine güvendiğimiz dinleyicilerimizin söylediklerini dikkate almak ya da en azından duymak faydalı olacaktır.
Size ait olan zamanlarda, çalışmadığınız anlarda ne tarz müzik dinlersiniz?
Mesleğim ve hayatımın tamamı müzikten ibaret olduğu için benim müzik dinleme sürecim biraz sorunlu. Ancak sivil bir şekilde evde olduğumda o anki ruh halime göre müzikler belirlerim, bu elbette çok değişkenlik gösteriyor.
Genel olarak Bossa Nova’ları çok severim. İlk kaydedildiği dönemlerden bu yana kadar dinlemediğim az Bossa Nova vardır. Bossa Nova’dan, o kültürden, müziğin o nabzından çok keyfi alıyorum. Onun dışında halk müzikleri çok dinliyorum. Her kültürün halk müziklerini dinlemeye gayret ediyorum. Ancak çok fazla çağdaş ve elektronik işleri henüz o kadar özümseyemedim. İnsan değiştikçe, dönüştükçe zaten merak ettikleri de keyif aldığı şeyler de değişip dönüşebiliyorum. Sting, Antonio Carlos Jobim, Paco De Lucia, Jean Philippe Rameau yine sık sık dinlediklerim arasında sayabilirim. Keza Erken Oğur’u çok dinlerim. Farklı dönemlerden, farklı tarzlardan sayısız isim var ve söylediğim gibi anıma, ruhuma göre değişiyor tabii ki.
Size hayatta ne ilham verir?
Bana hayatta insanlar ve hikayeler ilham verir. Tüm işlerimde ilhamı hayatın ta kendisinden ve insanlardan alıyorum.
Bir dinleyici olarak, en çok keyif aldığınız konser mekanı neresi?
Bir dinleyici olarak konserlere çok fazla gitmiyorum. Gittiğim konserleri dikkatli seçiyorum. Hayatımın tamamı müzik ile kaplanmış olduğundan yalnızca özel projeler olduğunda konserlere gidiyorum.
Bu soruya bir icracı olarak cevap vermek daha yerinde olur. Ben ekseriyetle hikayesi, dokusu, bir anlamı olan yerlerde konser yapmayı; kültür ve sanat merkezleri, kapalı salonlar ve konferans salonu gibi yerlerden daha çok seviyorum. Belki buradan hikayesi, dokusu, anlamı olan yerlerde konser dinlemeyi sevdiğimi çıkarabiliriz.
İlk yorum yapan siz olun