Dilek Türkan, bu topraklarda yetişmiş en özel seslerden ve en yetenekli sanatçılardan biri. Onu canlı dinlemediyseniz ya da henüz bir kaydına denk gelmediyseniz (ki bu zor), müzik adına bir eksiklikten bahsedebiliriz… Dilek Türkan’ın serüveni İTÜ Türk Musikisi Devlet Konservatuarı Ses Eğitimi Bölümünü kazanmasıyla başlıyor. Öğrenimi boyunca Prof. Dr. Alâeddin Yavaşça ve Tülûn Korman ile repertuar, Güher Güney ve Ferşan Başaka ile şan, Fatma Gökdel, Şehnaz Uğurel ile nazariyat çalışıyor ve 1999 yılında bölüm ikincisi olarak mezun oluyor. Biz, bu isimleri yazarken bile heyecanlandık. Yeteneğini eğitimle taçlandıran ve röportajda da bahsettiğimiz ve kendisine direkt sorduğumuz “güçlü ve içten şarkı söyleme” mücevherini çok güzel taşıyan, yurtiçi ve yurtdışında sanatını layığıyla icra eden Türkan, Ayvalık’ta eski bir zeytinyağı fabrikasından dönüştürülen bir stüdyoda kaydettiği Türk Sanat Müziği eserlerinden oluşan “Vuslatın Başka Alem” isimli albümünü yayımladığını duyurdu. Osman Nihat Akın söz ve besteleri, Ayvalık, TSM, Türkan’ın sesi ve yorumu…. Adeta şiir gibi her detayı. Dilek Hanım’a ulaştık ve hevesle sorularımızı ilettik. O da her zamanki zerafetiyle birbirinden güzel yanıtlar verdi. Albümü buraya iliştirelim, röportajımızı okurken size eşlik etsin.
– Dilek Hanım, albümün kayıtlarıyla başlamak isteriz. Ayvalık’ta eski bir zeytinyağı fabrikasında kaydedildiği bilgisinden haberdarız. Bu bilgi bile o kadar şiirsel ki. Nasıl bir süreçti?
Şiirseldi cidden:) Bir çalışmanın, emeğin ortaya çıkardığı üründen ziyade yapım aşaması her zaman beni cezbeden taraf oluyor. Bir filmi izlerken de arka planını hayal ederken bulurum bazen kendimi. Çünkü öyle bakıyorum her şeye. Bu anlamda bu çalışma, her zaman ilham verici anlarıyla kalacak hafızamda .
Süreçle ilgili ise şöyle bir anektod paylaşabilirim sizinle; bu albümün kaydı için yaklaşık bir hafta ayırdık kendimize. İlk üç dört gün oraya varış, planlamalar ve enstrümanların kaydı ile geçti. Stüdyo hepimiz için yabancıydı; kayıt masası, ambians çok önemlidir iyi bir kayıt yapabilmek için. Alıştığınız sesi ararsınız. Sıra benim ses kaydıma gelince bir türlü istediğim konforu bulamıyordum ve şarkıları istediğim gibi duyamıyor ve söyleyemiyordum. İki gün uğraştık, olmadı. Söylediğim her şeyi siliyoruz. Tüm bu süreçteki gel -gitlerim, “sesimi mi kaybettim?”, “bana n’oldu?” gibi panik hallerim… Sonra sorunun kulaklığımdan kaynaklı olduğunu anlayıp çözdük ve ben tüm albümü bir kerede okuyup çıktım stüdyodan. Hiçbir şarkının yedek kaydı bile yoktu. Çünkü bunun için ne vaktimiz ne de halimiz vardı. Unutulmaz bir tecrübeydi bu benim için.
Tek kayıt prensibini hep sevmişimdir. İlk albümüm “Aşk Mevsimi” canlı bir konser kaydıdır. YouTube’deki evimde çektiğim ve her hafta yayınladığım “AkustikEv”programını da bu şekilde yapıyorum ve bir albümde mecburi de olsa yine bunu yapmıştım.
– Albümdeki şarkıları seçme süreciniz nasıl ve ne zaman başladı?
Kayıttan birkaç ay önce. Fakat şunu söylemeliyim ki; şu meşhur hikaye gibi, birkaç ay artı 30 yıl diyebiliriz buna. Çünkü bu şarkıları keşfetme ve analiz etme süreci böyle. Zaten vardılar ama zamanını bekliyorlardı. Büyütmek için söylemiyorum bunu hatta aslına bakarsanız bu süreçlerin allanıp pullanıp bu kadar öyküleştirilmesi ve büyütülmesi de bana gerçek dışı geliyor. Ben bu bestekarın yani Osman Nihat Akın’ın şarkılarını seviyor ve bir hatırlatma yapmak istiyordum. Hadi yapalım dedik ve yaptık.
– Böyle güçlü, yürekten gelen şarkı söyleme tarzınızı neye borçlusunuz?
Öncelikle teşekkür ederim. Bana göre şarkı söylemek bilgi, güç, cesaret ve erdem gerektirir. Tabii yetenek başlıca kuraldır ama tek başına hiçbir işe yaramaz…
Onu beslemeli, büyütmeli ve cesaretle sunabilmeyi öğrenmelisinizdir. Bugüne kadar edindiğim bu tecrübeyi de eğitimler vererek paylaşıyorum gençlerle. Çünkü benim aldığım eğitimde, işin bu kısmı hiç yoktu. Çok aradım, “neden”lerimi “nasıl”larını bulmaya çok zaman harcadım. Bütünsel olarak bakmak gerekli bence.
Ben 16 yaşında konservatuar okumak için İstanbul’a geldim. O yıl babamı kaybetmiştim ama konservatuarda okumak benim dönüm noktamdı. Tek başımaydım ve böylesi zor bir şehirde tek başıma ayakta kalabildim. Hem çalıştım hem okudum. Gücümü buradan alıyor olmalıyım. Yürek ise tüm yaşadıklarım, düşüp kalkmalarım olabilir. Kısacası borçlu olduğum şey yaralarımdır belki de.
İmkansızlıklar içinden çıkarabildiğim imkanlar.
– Bu albüm kişiliğinizi ve kimliğinizi ne ölçüde yansıtıyor?
Yaptığım her şey gibi bu da tam olarak ben. Benim kimliğim. Ne hissediyor ve yaşıyorsam onu yansıtıyorum. Herhangi bir filtreye sahip değilim bu anlamda. Geçmiş, sadelik ve yenilik diye başlıklar açabiliriz burada. Eskiye dair söylüyorum ama her zaman yeni bir bakış açısı ile yapıyorum bunu. Yani kopyala ve yapıştır değil. Yaptığım müziği yeni bir sürüm olarak düşünebilirsiniz. Benim yaptığım müzik, eski müziğin yeni sürümü.
– Berlin, İstanbul, Ayvalık…Bu mekanlar ve dolayısıyla hayatınıza kattığı kültürel farklılıklar müziğinize nasıl yansıyor?
Tüm bu renklerle kendimi daha özgür hissediyorum. Aslında beni besleyen ilk faktör şehirler ve mekanlardan ziyade insanlar. Her bir coğrafyanın yaşam şekli ve dili ve bu farklılıkla beni besliyor olması; yeni yollar, peşi sıra yeni fikirler getiriyor olması…
– Bugünlerde en çok ne dinliyorsunuz?
“Neyi dinlemiyorum” u anlatmak daha kolay benim için. Çünkü her türden çok farklı müzikler var dinlediklerim arasında. Ayırt etmeksizin iyi olan ne varsa dinlerim, kötü olan hiçbir şarkıyı dinlemem ister çok iyi partisyonlarla süslensin ister çok iyi çalınıp söylensin. Günümüzde özellikle öz kültürüne uzaklaştırılmış ve dejenere edilmiş toplumlarda kirli eller ilk olarak eğitime ve sanata uzanmakta. Müzik adı altında gürültüleriyle arabesk, popüler müzik, avangart diye hiçbir şeye benzemeyen fakir melodilere, avam sözlere açılan tüm müziklere kulaklarım tıkalı. Destekleyicilerine ise tahammülüm zayıf. Halk şekil vermez, halka şekil verilir. Bu da müzikle, resimle, tiyatroyla ya da sinemayla olur. Bir nesli kazanabiliriz. Bugün ise tam tersi. İyi müziğe maruz bırakılmalı, kulak dolgunluğuna sahip olmalıyken kötü müziğe maruz bırakılan biz oluyoruz. Üzülerek söylüyorum ki çevremde yaptığım müziği anlamayan o kadar çok eş dost var ki….Sadece bazı otoriteler beğendiği için beğenen… En yapay besinlerle organik beslendiğini sanmanın çaresizliğicesine… İyiyi bulmak emek gerektirir. Bir bahçen olmalı ve onu emekle büyütmelisin. Ona zaman ayırman ve olgunluk kazanman gerekir.
Velhasıl iyi ne varsa dinlerim ben. Ayırt etmem.
Bu sıralar Noel şarkıları dinliyorum, bu dönemde bana iyi hissettiriyor. Tabiatın renkleri, evlerin sokakların ışıltısıyla çok uyumlu geliyor.
– Albümde favori şarkı/şarkılar hangileri?
“Unutmak Kabil Mi” ve “Yine Bu Yıl Ada Sensiz” benim favorilerim. Sebebini de söylemek isterim. “Unutmak Kabil Mi” şarkısı, bestecinin en bilinmeyenlerinden biri ve sanki dün yazılmış gibi güncel. Yapısı Türk Müziği’nden daha farklı, çok kolay gibi görünüp zor bir şarkı ve ben şarkılarda bu deneyimi çok seviyorum. Dinlerken “bunu ben de söylerim” gibi görmesi dinleyenle beni birbirimize yaklaştırıyor. “Yine Bu Yıl Ada Sensiz” ise tam tersi en bilinen şarkılarından biri ve genellikle fasıl şarkısı gibi daha hareketli ve çoşkulu söylenir, bu albümde ise bir jazz baladı gibi seslendirdik. Ben bu halini çok sevdim.
– Hayatta size en çok ilham veren şey nedir?
İlham veren şeyler gerçek yaşamdan damıtılmış duygular. Kendi süzgeçimden geçmiş… Bana her an her şey ilham verebilir. Neyi, ne zaman ve nerede yaşayacağınızı hangimiz biliyoruz ki? Benim derdim ya da korkum yanımdan geçip gidivermesi ve farkedememek. Bu sebeple algım her daim açık.
Şarkı söyler gibi yaşamak, yaşar gibi şarkı söylemek. Her ikisi de ilhamım.
İlk yorum yapan siz olun